Aşkın Kimyası

Birbirini hiç tanımayan iki kişiyi birbirine çeken “aşk” denilen şey nedir? Bu soru bilim insanlarının tanımlamakta en zorlandığı konulardan biri.

Daha önce birbirini tanımayan bir erkek ve kadın şans eseri okulda, alışveriş merkezinde veya bir resim sergisinde karşılaşırlar. Bu ilk karşılaşma anında büyü gibi bir olay olur, iki kişi gözlerini birbirinden alamaz ve aşık olurlar. Kısa zamanda birbirleri hakkındaki ayrıntıları öğrenirler, ortak konular bulunur ve akşamları çıkmaya başlarlar. Bu olaylar kendiliğinden ve çok hızlı gelişir fakat aşık çiftler bunun farkında değildirler, geçmiş yoktur gelecekte ise sadece birliktelik vardır. Bir süre sonra her iki taraf da birlikte yaşamayı hatta evlenmeyi düşünecek kadar birbirlerine bağlanırlar.

Aşk diğer partnere karşı oluşan güçlü bir tutku ve bağımlılıktır. Aşık olan kişiler sürekli diğer kişiyi düşünür ve yanında olmasını ister. Aşık olunan kişinin yanına gelindiğinde ise kalbin atım hızında artma, terleme, yüz kızarması ve aşırı heyecan hissedilir. Başlangıçta haftada bir kaç gün olarak başlayan buluşmalar giderek sıklaşır. Aşırı heyecan ve terlemeler zamanla tarafların birbirine güveni arttıktan sonra yok olsa da karşılıklı tutku devam eder. Tutkuya çoğu zaman kıskançlık eşlik eder, çiftler birbirlerini başka kişilerle düşünemez duruma gelirler.

Aşkın Başlangıcı

Bazı kişiler ilk görüşte aşık olur, bazıları da yıllarca aşkı arar durur. Aşkı başlatan “şey” nedir? Sadece karşıdaki kişinin çekiciliği, dış görünüşü veya davranış biçimi mi bunda etkili? Yani aşık olmak için karşı tarafın yakışıklı veya güzel ve bunun yanında çekici olması gerekli mi? Son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalar, çiftlerin aşkın başlangıcında bunlardan çok ilk karşılaşmalarında elde ettikleri izlenimin ve duyguların çok önemli olduğunu gösteriyor. Bu ilk karşılaşma sırasında her iki taraf da birbirini çocukluk çağında elde ettikleri ve artık bilinçaltında depolanmış bulunan kusursuz arkadaşın özellikleri ile karşılaştırır. Bu kusursuz arkadaş özelliklerine bir uyum sağlandığında da aşkın ilk kıvılcımları oluşur.

Beynimizde ya da başka bir deyişle bilinçaltımızda bulunan ideal eşle ilgili verileri kesin olarak bilmemiz olanaksız. Fakat yine de her iki cins için de belli bazı kriterlerin ilk anda karşı cinsteki bir bireyin beğenilmesinde önemli olduğu kesin. Sosyolojik araştırmalara göre iyi giyinmek, güzel konuşmak ve uzun boylu olmak gibi bazı özelliklerin kişilere ekstra puanlar kazandırdığı belirlenmiş. Çok güzel veya yakışıklı olmak aşk söz konusu olduğunda ikinci planda kalmakta. Bunun yanında çiftlerin yüz hatlarının birbirine benzemesi de çiftlerin birbirini çekici bulması veya aşık olmak için kolaylaştırıcı bir kriter olarak bulunmamış. Anlaşılan hangi kişiye aşık olacağımız bizim için olduğu kadar bilim adamları için de tamamen bir sürpriz.

Kimyacılar Aşk Konusuna El Atınca

Son zamanlara kadar aşkın ilk elektriklenme anından sonra nasıl devam ettiği konusunda yeterli güvenilir bilgi yoktu. Yakın zamana kadar aşk konusunda bilinenler romanlar, şiirler veya şanslıysak kendi deneyimlerimizden ibaretti diyebiliriz. Sinir sistemi ve hormonlarla ilgili tıbbi bilgiler ilerledikçe aşk bilmecesinin parçaları yavaş yavaş tamamlanmaya başladı. Aşkın kimyasıyla ilgili bilim tarihinde ilk bulunan hormonlardan biri feromonlardır. 1970’li yıllarda farkedilen bu salgı bazı böcekler ve küçük memeli hayvanlarda karşı cinsin önce burun sinirleri ve sonrasında “vomeronasal cisim” denilen organı yoluyla beynini etkileyerek çiftleşmeye yardımcı olmakta. Bu maddenin bulunmasıyla bilim dünyasında bir heyecan dalgası oluşsa da insanlar üzerinde yapılan araştırmaların sonuçları yüz güldürücü olmadı.

Aslında aşık olan kişilerin birbirlerinin kokularını beğendikleri eskiden beri biliniyordu fakat bu durumun gerçekten feromonlarla ilgili olduğu henüz kanıtlanmış durumda değil. Ayrıca insanlarda kesin olarak belirlenmiş vomeronazal cisim adlı bir organ yok. Bunların yanında feromon veya benzeri kimyasal maddelerin dışarıdan kullanımının kişileri daha çekici yapmadığı da belirlenmiş. Bu bilgilere rağmen feromonların bulunmasının etkisi öyle fazla oldu ki hala piyasada feromon içeren parfümler satılıyor. Bilim adamları feromonlar konusunda başlangıçta düşünüldüğü kadar başarılı olmasalar da beynin incelenmesinde kullanılan araçların gelişimi ile başka bir alanda gerçekten önemli bilgiler elde edildi.

Aşk Konusuna Beyin Açısından Bakılınca

Bu konulardaki bilgilerimiz oldukça kısıtlı ama beynin her parçasının başka bir duyu, duygu veya düşüncenin etkisinde çalıştığını biliyoruz. Örneğin görme duyusu beynin tam arkasında bulunan alan tarafından sağlanır. Beyin içindeki kan dolaşımını görüntüleyebilen manyetik rezonans araçlarının gösterdiğine göre aşık olan kişilerde de beynin merkezindeki ön tegment alanı ile kaudat çekirdek ile bunun kuyruk bölgesi etkinleşir. Şaşırtıcı bir durum ama bu merkezlere eskiden ödüllendirme merkezi deniyordu. Bu merkezlerin piyango gibi büyük bir ödül kazanıldığında ayrıca kokain gibi maddelerin alışkanlıkları sırasında etkin olduğu önceden biliniyordu. Acaba beynimiz bize tam aradığımız kişiyi bulunca ödül vermeye mi çalışıyor? Bir başka şaşırtıcı bilgi de bu bölgelerin cinsellikle ilgisi olmaması, yani cinsel istekler veya ilişki sırasında bu bölgeler etkin değil. Diğer bir deyişle aşk en azından başlangıçta cinsellikle ilgili değil.

Bu sonuç ilk olarak 2004 yılında antropoloji uzmanı Helen Fisher ve arkadaşları tarafından bulunmuştu. Yapılan araştırma aslında oldukça basitti, aşık olduğu belirlenen bir kişiye aşık olduğu kişinin fotoğrafının gösterilmesi sırasında beyin içinde bazı bölgelerin kan akımı ölçülüyordu. Başlangıçta araştırmacı Helen Fisher da dahil hiç kimse bu ölçümlerde bir farklılık olabileceğini tahmin etmiyordu. Fakat sürpriz biçimde, aşık olunan kişinin fotoğrafı görüldüğünde beynin bazı bölgelerinin kan akımının değiştiğini çok açıkça görüldü. Gerçekte bu ölçümler aşkın organik yani bedensel nedenleri ve sonuçları olabileceğini gösteren ilk bulgulardan biriydi. O zamana kadar aşkın sadece düşünce olarak oluştuğu ve vücutta önemli bir değişiklik yapmadığı varsayımı vardı. Hatta bu konuda araştırma yapan kişilere de başka bilim adamları tarafından küçük düşürücü uyarılar yapılıyordu. Aşk gibi sadece gençlerin ilgilendiği ciddi olmayan bir konuyla hangi ciddi bilim adamı zaman ayırabilirdi ki? Aşkın bedensel değişimlere neden olduğunun öğrenilmesi başka doktorları da cesaretlendirdi ve tekrar hormon düzeyi çalışmaları başladı.

Kimyacılar Tekrar İş Başında

Feniletilamin molekülü
Feniletilamin molekülü

Bu kez aşık olan kişilerde beyinden salgılanan feniletilamin (PEA), dopamin ve norepinefrin adlı hormonların kan düzeyinin arttığı bulundu. Bunlardan özellikle PEA’in bulunması bilimsel çevreler ve medyada büyük yankı uyandırdı. Sonuçta ilk kez aşka özel bir hormon saptanmış oldu. PEA’nın yapısı daha önceden bilinen uyarıcı ilaçlara benzer ve vücutta salgılanmasının artması hoşa giden duygular yaratır. PEA’nın vücutta artması aşkın pençesine düşmüş kişilerdeki aşırı heyecanlı, canlı ve hareketli halin nedenidir. Belki biliyorsunuz PEA aynı zamanda çikolata da bir miktarda bulunur ve bazı kişilerdeki çikalata alışkanlığının sorumlusu olarak kabul edilir. Fakat medyada okuduklarınızın aksine çikolata sizi ilk gördüğünüz kişiye aşık etmez, zaten böyle bir örneği hiç görmedik değil mi? Aşık olmak o kadar kolay değil ve bu konuda bildiklerimiz hala çok az.

Bundan başka aşık olan kişilerin vücutlarında norepinefrin ve dopamin denilen hormonların da salgılanması artar. Norepinefrin beyinde hipotalamusta ve böbrek üstü bezinde üretilir ve vücutta etkileri çok bilinen adrenaline dönüştürülür. Adrenalin bildiğiniz gibi stress hormonudur ve vücutta sık nefes alma, terleme ve kalpte çarpıntı gibi belirtilere neden olur. Zaten aşık olan kişilerde görülenler genel olarak stress belirtilerine benzer. Dopamin ise salgılandığında rahatlama ve iyi duygular yaratır. Bu üç hormon aşkın olumlu veya olumsuz etkilerinden sorumludur. Aşık olan insanlar yaşama daha olumlu bakar, daha hızlı düşünür ve daha güç işleri başarabilirler. Dünyada birçok işin hatta savaşların aşk ve kadınlar için yapılmış olması hormonların bu etkisinin bir uzantısı olmalı.

Aşkın Sonu Böyle Oluyor

Aşk sırasında kişilerin beyninde genellikle huzur veren ve iyi duygular yaşatan hormonlar salgılanır. Bu rahatlatıcı hormon salgısı da aşık olan kişilerin birbirine daha fazla tutku ile bağlanmasını sağlar. Sonuçta aşık olan kişiler birbirinin yakınında oldukça hormon salgıları ve hoşa giden duygulanma şiddeti artacaktır. Aşıklar bu etkiyi artırmak için bilerek veya bilmeyerek ellerinden geleni yaparlar. Bu güzel duygular bir çok erkek veya kadında aşk arama alışkanlığını yaratır. Erkek veya kadın sadece bu güzel duyguları yaşayabilmek için kendilerini aşkın kollarına bırakır.

Bu hormonların salgılanması ne yazık ki sürekli değildir. Bir süre sonra, yaklaşık üçüncü yılda hormon düzeyleri düşer, aşık çift ayrılmasa da birbirlerine karşı duygularının yoğunluğu azalmaya başlar. Artık her ikisinde de aşk belirtileri yoktur. Bu dönem evli çiftler için ayrıca önem kazanır, dünyada çeşitli ülkelerde yapılan istatistik çalışmalarında evliliğin dördüncü yılı boşanmaların en sık görüldüğü dönem olarak bulunmuş.

Sonuçta farklı bir bakış açısıyla aşkı basit bir hastalık yani bir bağımlılık durumu kabul edilebilir miyiz? Göründüğü kadarıyla ilk tıbbi bulgular bu yönde. Bu araştırmalar sırasında bilim adamları aşkın tedavisini de bulmuş oldu. Aşık olan kişilerdeki hormon değişiklikleri ve belirtiler bazı depresyon ilaçlarını kullanınca kaybolacaktır. Fakat yaşadığı aşkı yok etmek isteyen bir kişinin olacağını tahmin etmiyorum. Aşkın nedeninin bulunması romantizmini azaltmıyor çünkü aşk sadece hormonlardan ibaret değil. Yaşamınız boyunca aradığınız kişiyi bulmanız, bu kişinin size aynı biçimde yanıt vermesi ve yaşantınızı, mutlu veya mutsuz anlarınızı bu kişiyle paylaşmanız yaşayabileceğimiz en önemli duygulardan biridir.Son

You may also like...